02 Ocak 2014

FOTOGRAFIN ESTETIGI

FOTOĞRAFIN ESTETİĞİ
Buraya kadar fotoğrafın daha çok teknik bilgilerini gördük. İyi bir fotoğraf için teknik bilgiler yeterli mi? Elinde çok iyi makine ve objektifleri olan, teknik olarak kusursuz fotoğraflar çeken birinin yapıtlarının çoğu zaman iyi fotoğraf olmadığını, gözümüze rahatsızlık verdiğini ve içimize sinmediğini görürüz. Hep bir şeylerin eksik geldiği bu tür fotoğraflar estetik özelliklerden yoksundur. Demek ki iyi fotoğrafın bir ayağı teknik bilgilerse, öbür ayağı estetik bilgilerdir.

Toplum olarak estetik eğitiminden yoksunuz. Batı ülkelerinde daha ana sınıflarından başlayan estetik eğitimi, bizde ancak üniversite aşamasında ve bazı güzel sanatlarla ilgili eğitim veren bölümlerinde ancak verilir. Estetik kavrayışımız yetersiz olduğu içindir ki çevremizi bu denli kötü düzenliyoruz. Evimiz, çevremiz, iş yerlerimiz ve kentlerimiz görüntü kirlilikleri içinde. Çirkin yapılar, reklam tabelaları, kablolar, direkler kentleri bir zevksizlik ortamına dönüştürmüş. İşin kötü tarafı gözümüz estetik açıdan eğitimli olmadığı için bu çirkinlikleri göremiyoruz.

FOTOĞRAFTA ESTETİK SORUNLAR
Gözün hareketliliği ve seçme yeteneği hiçbir makine ile kıyaslanamaz. Göz beynin seçtiği noktayı görür ve gerisini ihmal eder. Veya hareket ve uyum yeteneği ile her tarafı birden görür. Objektifin ise odak uzaklığına göre değişen perspektif ve diyafram ayarına göre değişen net alan derinliği vardır.
Fotoğrafta görüntü çerçeve ile sınırlandırılmış bir alanı kapsar. Üç boyutlu dünyamız, (Zamanı da katarsak dört boyutlu) fotoğrafa kağıdın iki boyutuna göre durağan olarak istiflenir. Öyleyse bu iki boyutlu yüzeyi öyle düzenleyelim ki, sonra izleyenler anlatmak istediklerimizi açık seçik ve göze hoş gelir biçimde görebilsinler.
Hangi noktadan bakalım, yere mi yatalım, ağaca mı çıkalım? Her şey net mi olsun? Konunun önünde ve arkasında neler görelim? Fotoğraf karesinin içinde şu kişinin yeri neresi olsun? Gerisindeki lekeler nereyi kapsasın? Göğü görelim mi? Ufuk çizgisi yukarıda mı olsun, aşağıda mı? Işık yandan mı gelsin?
Görülüyor ki, deklanşöre basmadan önce, o kısacık anda bir dolu kararlar vermemiz gerekiyor. Vereceğimiz kararlar fotoğrafımızı güçlendirir ya da zayıflatır. Kötü düzenlenmiş bir müziğin kulağı tırmalaması gibi, kötü düzenlenmiş bir fotoğrafta gözü tırmalar. İyi fotoğraf akılda kalır. Fotoğrafta düşey,yatay, siyahtan beyaza tonlar ve renkler vardır. Bunların iyi düzenlenmesi ve estetik unsurların gözetilmesi gerekir.
KARAR
Fotoğraf çekenlerle hatırlatılması gereken bir sözcük var: Karar...Çekimden önce nasıl bir sonuç istendiğinin kararı önceden verilmeli ve ona göre davranılmalıdır. Makine istenilen an ve ayarlarda çalışır. Onun için fotoğrafçı konusunu önceden tasarlayıp kararını vermeli ve ona göre çekim yapmalıdır. Çoğu kez karar anı çok kısadır. O kısacık ana teknik ve estetik kuralların çoğunu sığdırmak son derece zordur. Fotografik görüş geliştirilerek bu kısa ana hakim olunabilir. Çok çalışarak, göz ve el eğitilerek başarı oranı yükseltilebilir.
Fotoğrafçı, sadece vizörüne yansıyan olayı değil, tüm çevreyi, mekanı hatta kenti ve ülkeyi çok boyutlu kavramak zorundadır. Bilgileri yeterli ve hayal gücü gelişmiş olmalıdır. İşini hiç farkettirmeden yapabilmelidir.
FOTOĞRAFTA KOMPOZİSYON
Fotoğrafta, şekillerin, desenlerin ve renklerin bilinçli bir şekilde düzenlenmesine kompozisyon denir. Konunun bilinçlice vurgulanması da kompozisyonun diğer önemli ayağıdır. Büyük bir süreklilik içinde akıp gitmekte olan yaşam, iki boyutlu ve durağan bir alana sıkıştırılırken, her şey çok iyi düşünülmüş olmalıdır. Bir şeyler üretiliyorsa iş şansa ve tesadüflere bırakılmamalıdır. Onun için "fotoğraf çekilmez, yapılır" doğrultusu ile hareket edilmeli ve çekimlerde kompozisyon öğeleri asla ihmal edilmemelidir.
Kompozisyon için daha kapsamlı bir tanım yapmak istersek şunu söyleyebiliriz. "Kompozisyon: Fotoğrafın dilini oluşturan tüm anlatım öğelerinin bir çerçeve içinde anlatımı etkili kılacak, izleyicinin duygu ve düşüncesi ile anlatımı paylaşmasını sağlayacak doğrultuda düzenlenmesidir". İki çeşit kompozisyon vardır. Birincisi her şeyi açık ve yalın şekilde gözler önüne seren ve arkasında soru işareti bırakmayan düzenlemelerdir ki buna Kapalı Kompoziyon. İkincisi ise konunun sadece bir detayını alıp gerisini izleyicinin düş gücüne ve yorumuna açık bırakan düzenlemelerdir ki bunlara da Açık Kompozisyon denir.
KOMPOZİSYON ÖGELERİ
SADELİK-ZENGİNLİK
Fotoğraf bir sadeleştirme sanatıdır. Anlatılmak istenen konu gereksiz ayrıntılardan ayıklanmış, Gözü rahatsız eden unsurlardan temizlenmiş olarak vurgulanmalıdır. Fotoğraf karemizde konuyu destekleyen unsurların dışında hiçbir şey olmamalıdır. Ana konunun çevresi ve arka plan çok iyi düşünülmeli, kadraj bu anlamda çok bilinçlice yapılmalıdır. Bilinmelidir ki çok başarılı fotoğrafları, kare içindeki küçük ve anlamsız bir fazlalık yüzünden hiçbir işe yaramayabilir. Yere yatacağız, ağaca çıkacağız, çok yaklaşacağız, hatta konumuzun yerini bile değiştirmeyi göze alacağız. Sadeleştireceğiz diye konumuzu çevreden koparmanın da bir anlamı yok elbette. Konumuzu güçlendirecek ve zenginleştirecek her öğeyi de karemize katmalıyız. Bir tarihi ev çektiğimizi düşünelim. Sadelik bu evin çevresindeki gereksiz beton binaların, elektrik tellerinin ve direklerinin, çöp bidonlarının, yandan geçmekte olan ilgisiz bir kişi ve ya taşıtın karemize girmemesi demektir. Zenginleştirme ise bu evin özelliklerini güçlendirecek bir yaşlı kadını kapının eşiğine oturtmaktır. Bir faytonun geçmesini beklemektir.
İLGİ MERKEZİ
Bir düzenlemede ilk bakışta dikkati çeken bir leke vardır. Bu noktaya ilgi merkezi denir. İlgi merkezi konunun kendisi değildir, konuya giriş kapısıdır. İlk onu görür ve daha sonra konuyu kavrarız. Bir sokak görüntüsü içinde oynayan çocuğun başındaki kırmızı şapka ilgi merkezidir. Fotoğrafa ilk baktığımızda bu kırmızı şapka dikkatimizi çeker. Ondan yola çıkarak önce çocuğu ve daha sonra çocuğun içinde yaşadığı sokağı algılarız. Bir fotoğrafta ilgi merkezi tesadüflere bırakılmamalı, bilinçlice oluşturulmalıdır.
BELİRGİNLİK
Belirginlik, bir kitle iletişim aracı olan fotoğrafın mesajının en en okunaklı ve anlaşılır biçimde ortaya konulmasıdır. Belirgin bir fotoğrafta a) Kritik an, b) bakış yönü, c)Bakış uzaklığı ve d) Bakış yüksekliği çok iyi hesap edilmeli, her fotoğrafın anlatım atmosferine uygun seçenekler ön plana çıkarılmalıdır. Bir fotoğraf, alt yazı olmadan da verilen mesajı rahatlıkla izleyen kişiye verebilmelidir.
ZAMANLAMA
Belirginliği elde etmenin en etkili yollarından biridir. Kuşkusuz her olayın en belirgin olduğu bir an vardır. Bir bale gösterisinin en belirgin olduğu an, balerinin havada döndüğü andır. Futbolcunun topa vurduğu veya çocuğun size sıcacık bir bakış fırlattığı anda olduğu gibi...
ŞEMALAR
Çerçeve içinde karmaşık olarak duran öğelerin belirli bir düzene sokulması ve okunaklı bir şemaya dönüştürülmesi kompozisyonu güçlü kılar. Bir kuş sürüsünün V harfi, bir koyun sürüsünün veya akar sunun S harfine benzemesi gibi. Bu tür şema özellikleri fotoğraftaki anlatımı hem etkili kılar, hem de güzelleştirir. Çekim anında yakalanan şemaların bozulmasına fırsat verilmeden işin bitirilmesi gereklidir. Şemanın bir harfe veya geometrik şekle benzemesi de gerekmez. Öğelerin belirli bir sisteme göre yerleştirilmesi de şema etkisi gösterir.
RİTM
Biribirini tamamlayan benzer öğelerin ard arda gelecek şekilde fotoğrafta kullanılmasına ritm denir. Bir cismin tek görüntüsünden çok , peş peşe elemanlar dizisi olarak verilmesinde daha etkili bir anlatım söz konusu olur. Uygun adımlarla yürüyen bir topluluk, dağınık yürüyen bir topluluktan daha çok etkilidir. Bir köprü dağınık insanların üzerinden geçmesini çeker de, düzenli adımlarla yürüyen aynı sayıda insanın oluşturduğu askeri birliği kaldıramaz çöker. Bu konuda ruhsal etkileşimle maddesel etkileşim şaşırtıcı bir benzerlik gösterir. Fizik, köprü olayını ""Rezonans Kanunları" ile açıklıyor. Peş peşe vurulan titreşim dalgaları, üst üste birikerek büyük dalgalara dönüşüyor. Peş peşe bir dizi uyarılmada insan beyninde aynı etkiyi yapıyor. Ard arda dizilmiş insanlar, kavak ağaçları, telefon telleri, koyunlar ritm çalışmasına örnek olarak gösterilebilir.
DOKU
Yüzeyin abartılı olarak kullanılmasına doku çalışması denir. Çevremizde bir bütün olarak hiçbir görsel özelliği olmayan yüzeylerin bir bölümü farklı yanları ile ön plana çıkarılabilir. Dokudaki çizgiler, lekeler, tonlar fotoğrafa soyut bir zenginlik katacağından zaman zaman bütün olarak veya kısmen kullanılır. Ağaçların, toprağın, suyun yüzeyleri bu çalışmalarda sık sık kullanılır. Doku çalışması görüntüyü hem doğaya daha yakın hale getirir, hem boş alanlardan tedirgin olan gözü soyut görsel bir doyuma ulaştırır.
Bir çerçeve içinde iyice abartılmış dokusu ile bir kum yığını, bir ağaç kabuğu, bir duvar parçası, bir sepet örgüsü soyuta doğru giden ilginç doku bileşimlerini oluşturur. Doku her zaman maddesel bir yapı değildir. Bulutların ilginç görüntüsü ve su yüzeyinde oluşan gölge ve yansımalar ilginç doku öğesi oluştururlar.
Doku etkisi açık havalarda ve özelikle yan ışıkta fazlalaşır. Kapalı havalarda bu etki oldukça zayıftır.
UYUM- KONTRAST (ZITLIK)
Fotoğrafta kompozisyonu oluşturmak iki temel etki ile olur. Uyum üzerine kurulu bir kompozisyon kurmak mümkün olduğu gibi, zıtlıklar üzerine de kurulan kompozisyon olabilir. Uyumda renkler ve tonlar aynı renklerin yakın değerleri arasında oluşur. Karlı havada her tarafın beyaz, puslu havada her tarafın sisli, ormanlık alanda her tarafın yeşilin tonlarında olması gibi. Başarı ile düzenlenmiş uyumlu fotoğraflar insanın gözünü ve ruhunu rahatlatıcı etki bırakır.
Zıtlıklar üzerine kurulu fotoğraflarda ise etki ve vurgu daha fazladır. Her tarafın bembeyaz olduğu bir kış fotoğrafının orta yerinde kırmızılar giymiş bir çocuğu yürütelim, fotoğraftaki havanın bir anda değiştiğini görürüz. İnsan gözü zıtlıkları algılama konusunda daha duyarlıdır. Fotoğrafta zıtlıkların kullanılması olayına Kontras denir. Kontras sadece renklerde olmaz elbette. Biçimlerde (Yuvarlak-köşeli) , ton değerlerinde (Açık-koyu), boyutlarda (Büyük-küçük), harekette (hızlı-yavaş), sosyal olaylarda (zengin-fakir) v.s.
PERSPEKTİF
Cisimlerin gerçek boyutlarının belirlendiği oranlar sadece sonsuzdan izlenir. Bu uzaklık azalınca yaklaştığımız cisimler hızla büyür ve doğal olarak bize yakın olanlar cok büyük, uzak olanlar ise çok küçük kalır. Yanında bulunduğumuz evin kocamanlığı yanında arkasından gözüken dağın küçücük kalması gibi. Dizi dizi bulunan kavak ağaçlarının bize en yakın olanı en uzundur da, en uzakta kalanı da en küçük olarak gözükür. Yine yol, durduğumuz yerde çok geniş, uzaklaştıkça daracık kalır. Bu durum aslında görsel bir yanılmadır. Bu duruma perspektif adı verilir.
Fotoğrafta perspektifin artması veya azalması objektiflerin odak uzaklığı ile yakından ilgilidir. Açı genişledikçe perspektif etkisi artar. Açı daraldıkça perspektif azalır. Bu durumun bilinçlice kullanılması fotoğrafı güzelleştirir. Çok geniş açılı objektiflerle ilgi merkezi abartılı olarak ö plana çıkarılabilir,derinlik arttırılabilir. Üs tüste istiflenmiş ve derinlik etkisi tamamen yok olan fotoğraflar istiyorsak güçlü teleobjektifler kullanmalıyız. Yüksek binaların fotoğraflanmasındaki perspektif bozulmasının önüne geçmek için ya bina orta yükseklikten fotoğraflanmalı veya perspektif düzenleyici kaymalı (shift) objektifler kullanılmalıdır.
BÜTÜNLÜK
Fotoğraf sinemadan farklı olarak olayı bir zaman aralığında değil, bir zaman kesitinde saptar. Bu nedenle sinemadaki peş peşe anlatma olanağından fotoğraf yoksundur. Zaman boyutu sıfır olan fotoğrafta anlatım tek karenin sınırları içinde gerçekleşir. O nedenle konunun derli toplu verildiği kompozisyonlar ön plana çıkmalıdır. Konu bütünlüğü hiçbir şekilde bozulmamalıdır.
DENGE-YER ÇEKİMİ
Bu başlıkla insan gözünün binlerce yıldan beri geliştirdiği alışkanlıklar gündeme gelir. İnsan organizması bir denge üzerine kurulduğu için çevresinde olup biten her olayda denge kuralını arar. Fotoğraf karesi içine yerleştirdiğimiz kişilerin olayların renklerin ve tonların ölçülü ve dengeli bir şekilde dağılması insan gözünü her zaman rahatlatır. Dengeden yoksun bir fotoğraf gözümüzü tırmalar. Fotoğraf karesini bir köşesinde yoğunlaşan renk ve tonların ağırlığı, diğer köşeye getirilecek ayrı bir ton veya lekeyle dengelenebilir.
Denge sözcüğü aslında aynı fotoğrafta bulunan iki veya daha çok lekenin biri birleri ile boy ölçüşmelerinden başka bir şey değil. Bu boy ölçme olayında lekelerin dağılımındaki denge mutlaka hesaba katılmalıdır.
Yer çekimi ise yatay ve dikey cisimlerin yerçekimi doğrultusuna göre konumlanmasıdır. İnsan gözü bunca zamandır varlıkların yer çekimi kanunlarına göre çekimlerini izlemiştir. Doğal durumlarda dikkati çekmeyen bu alışkanlık bir objenin sağa-sola kaydırılması veya tersyüz edilmesi durumunda hemen fark edilir. Tam soyut fotoğraflarda bu durum fark edilmeyebilir ama normal figüratif bir düzenlemede ters veya eğik bir fotoğrafı duvara asamazsınız. İnsan gözü düşeyden birazcık sapmış koca binaların, minarelerin eğimini hemen görebilir. Duvardaki eğri tablo gözü rahatsız eder. Ufuk çizgisinin birkaç milim yatıklığı da son derece dikkat çeker.
Fotoğraf çekerken bu kadar köklü bir doğa yasasını görmemezlikten gelemeyiz. Sorun çerçeveleme sorunudur. Makinemizin yer çekimi doğrultusunda tutulması sorunu çözer. Eğri tutulan makinelerde dikey cisimler eğri, yatay cisimler yatık gözükür.
ALTIN ORAN
Fotoğraf bir yüzey sanatıdır. Eni ve boyu olan bir yüzey üzerinde gerçekleşir. Bu yüzeye görüntü ne kadar iyi ve dengeli yerleştirilirse algılama o kadar iyi olur. Aksi taktirde görüntü gözü tırmalar veya akılda kalmaz. İnsan gözünün algılamadaki uyumunda altın oran söz konusudur. Fotoğraf karemizi enden ve boydan üç eşit parçaya böldüğümüzde çizgilerin kesiştiği noktalar altın noktalardır. İlgi merkezimizin bu noktalara yerleştirilmesi daha başarılı sonuç verir. Bu üç parçaların üçte birlik bölümü de (Hangi taraftan olursa olsun) altın oranı teşkil eder. Ufuk çizgisinin veya gökyüzünün bu oranlarda kullanılmasıyla doğru ve başarılı fotoğraflar elde ederiz.
YAŞAM ÖĞESİ
Bir görüntüde yaşam öğesi aramak, orada yaşamın bize en yakın ucunu yakalamaya çalışmaktır. Kalabalık bir topluma girince, tanıdık bir yüz görünceye kadar kendimizi oraya yabancı sayarız. Tanıdık yaşam öğesi bizi oradaki ortama hazırlar. İnsan gözü bildiğinden yola çıkarak, yeni şeylere uyum sağlar. Ancak somuttan geçerek soyutu kavrayabilir.
Bir makine görüntüsü düşünelim. Bu görüntü makineyi her şeyiyle anlatan iyi bir fotoğraf olsun. Bu fotoğraf konu ile ilgili olanların dışında hiç kimsenin dikkatini çekmez. Oysa makinenin başında bir kişinin veya düğmeye basan bir elin varlığını düşünelim. Atmosfer hemen değişmiştir. Kuru makineye insan unsuru katılmıştır. Hele makine başındaki işçiyi kendinden geçmiş vaziyette çalışırken düşünelim, hatta yüzündeki ifadeyle, elbiselerinin eskiliği ile fotoğraflayalım. İsterseniz tezgah başında iş ile ilgili bir tartışma bekleyelim. İşte artık fotoğrafımız tanıtım fotoğrafı olmaktan çıkmış, bir çok insanın dikkatini çekecek bir sosyal fotoğrafa dönüşmüştür.
Aynı şekilde deniz fenerinin etrafında uçuşan martılar, akşam üstü çekilen evlerin pencerelerinden taşan sarı ışıklar bu ölü görüntülerdeki yaşam öğeleridir. Ölü konulara yaşam öğesi katarken yapılan suni uygulamalar bazı sorunlar yaratabilir. Yapay katkılara doğal izlenim verilmesinde dikkatli olunmalıdır. Kaş yapayım derken göz çıkarılabilir.
Yaşam öğesi mutlak bir zorunluluk değildir. Bir çok fotoğraf, bu unsur olmadan da güzeldir. Yeter ki her şeyi yerinde ve zamanında kullanabilelim.
FOTOĞRAFIN DİLİ
Ne yaparsak yapalım, fotoğraf doğanın bir kopyası değil, sitilizasyonudur. Bunun yapılanmasında kullanılan tercihler ve abartılar teknik tavırları ortaya çıkarmıştır. Bu tekniklerden her biri fotoğrafçının kişiliğini de ortaya çıkaran bir araçtır. Böylece fotoğrafta çizgici, lekeci, renkçi, siyah beyazcı, yarım toncu gibi tavırlar ortaya çıkmıştır. İşte bu teknik tavırlar aynı zamanda fotoğrafın dilini oluşturur. Nasıl ki her yazarın kendine has bir anlatım dili varsa, her fotoğrafçının da bir anlatım dili vardır. Bir çok fotoğrafçıyı tekniğinden hemen tanımak mümkündür. Yazar sözcüklerle kendi anlatım dilini oluşturur, fotoğrafçı ise görüntülerle...
ESTETİK DOZ
Şu ana kadar düzenleme ilgili konularda "Uygun görülen ölçüde" deyimini bir hayli kullandık. Tıpkı yemek tarifinde her şeyin anlatılıp tuz miktarının aşçıya bırakılması gibi. Yemeği yapan tadına bakacak ve uygun miktarda tuzunu koyacak. Sanat bir yoğunlaştırma ve belirginleştirmedir. Doğanın aynısını yansıtan bir iş sanat olmayacağına göre bu belirginleştirmeyi hangi ölçülere göre yapalım? Hafifçe vurgulayıp geçelim mi, yoksa büsbütün abartıp soyutlayalım mı? Doğanın kendisi gibi mi gözüksün, yoksa bir kilim deseni gibi stilize mi edilsin?
Kuşkusuz bu bir kişisel tavır hatta kişilik sorunudur. Hatta sanatçının tavrını çok ya da az oturması ile de ilgisi vardır. Bir sanatçı estetik dozu vermede bazı dönemlerde abartıyı arttırıp azaltabilir.
İşin sanatçı olduğu gibi bir de izleyici yönü vardır. İzleyiciler de bir kalıptan çıkmış değildirler. Bir sanat ürününe önyargısız yaklaşıp zevk alanların yanında, akıl yolunu yeğleyip çözmeye,anlamaya çalışanlar da vardır. Salt eleştirmek, kusur bulmak anlamında yaklaşan acımasız tasnifçiler de vardır. Onları ilgilendiren o işin hangi ekole sokulacağıdır.
Sanatçının işi, görülüp tat aldıkça ve paylaşıldıkça güzelleşir. Ürettiğinden sadece kendisi veya üç beş kişi anlıyorsa o işin anlatıcı gücünden söz etmek güçtür. O halde kolay anlaşılır olmak için belirginleştirmeyi en güç anlayana göre mi ayarlayalım? Kuşkusuz hayır. Sanatçının görevi bir öğretmeninkinden farklıdır. Sanatçı bazı gerçekleri gösterip geri çekilen adamdır. Sonrası, sanatçının işi ile izleyici arasında süren bir alış veriştir. İzleyici kendisine aralanan kapıdan içeri girecek ve eseri keşfedecek. Bu arada izleyicinin çağrışımlarını da harekete geçirmek büyük önem taşır. Her şeyin apaçık anlatıldığı bir düzenlemede seyirciye yer yoktur. Böyle bir eser, okumaktan pek tat almadığımız, her şeyi hazırlayıp veren bir ders kitabı gibidir. Üstelik kimse kendi sezebileceği şeylerin kafasına vura vura anlatılmasından ya da aptal yerine konulmasından hoşlanmaz.
Peki ama bütün bunları hangi seyirciye göre ayarlamalı? Bu, toplumdan topluma değişen bir ölçüdür. Ayrıca sanatçının kendi seçimine bağlıdır. Fotoğrafta estetik doz, yukarıda anlattığımız gibi yemeğe katılan tuzun ölçüsü gibidir. Ölçüsünde sunulduğunda yiyen tat alır. Aşırıya kaçıldığında veya az konulduğunda o yemeği kimse yemeyecektir. O halde bizler de estetik dozumuzu, sanatsal kaygılarımızdan ödün vermeden, öncelikle kendi içinden çıktığımız toplumsal yapıyı, insanlarımızın sosyal ve kültürel yapısını dikkate alarak ve tüm bunları kendi kişiliğimizle yoğurarak sunmasını bilmeliyiz.

Posted via Blogaway

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

YORUMLARINIZ BİZİM İÇİN ÖNEMLİDİR..TEŞEKKÜR EDERİZ..